Samuel Butler, “yaşamak kalabalık önünde tek başına keman çalmak, keman çalmayı da keman çalarken öğrenmektir” der. Bir çoğumuzun, “nasıl yaşamalı” sorusunun cevabını yaşarken öğrenmemizin güzel bir anlatımı.
Hayatımız iki devreli bir maça benziyor.
Birinci devre okul hayatı, ikinci devre hayat okulu dönemi. Türkiye’de ortalama insan ömrünün 70 yıl sayıldığını kabul edersek, ömrümüzün dörtte biri okul hayatında, dörtte üçü hayat okulunda geçiyor.
Okul hayatı bitince hayat okulu başlar. Her ne kadar okul hayatının amacı hayat okuluna hazırlamak olsa da, pek çok düşünürün haklı olarak sitem ettiği gibi; “hayat okulunda en çok lazım olan bilgiler, okul hayatında öğretilmeyenlerdir.”
Okul hayatında, “hayat bilgisi” dersi gördüğümüz halde, hayat okulunda ezberimiz neden şaşıyor? Çünkü okullar bizi hayata değil, sınavlara hazırlıyor. Gündelik hayat becerileri kazandırmak için değil, akademik bilgi yüklemesi için uğraşıyor.
Bu yüzden okul hayatı ile hayat okulu arasındaki farklardan yaşam şaşkını oluyoruz.
1- Okul hayatında sınavlar, önceden haber verilerek yapılır ve notumuz yüzümüze söylenirdi. Oysa hayat okulunda insanlar bizi habersizce “sınava çekiyor” ve yargılarını genellikle içlerinde tutuyorlar.
2- Okul hayatında anlatılmayan konudan soru sorulmazdı, hayat okulunda soru çıkabilecek her konuyu bilmeniz bekleniyor.
3- Okul hayatında notunuz “objektif” rakamlarla karnemize yazılırdı. Oysa hayat okulunda, subjektif kanaatlerle “notumuz veriliyor.”
4- Okul hayatında soruların tek doğru cevabı vardı. Hayat okulunda kişiye göre değişen doğru cevapları bilmeniz gerekiyor.
5- Okul hayatında bulunduğumuz sınıftan daha aşağıya düşmezdik. Hayat okulunda başarısız olunca “sınıftan düşmek” mümkün!
6- Okul hayatında önce dersimizi öğrenir sonra sınava girerdik. Hayat okulunda önce sınavca çekilip sonra “dersimizi alıyoruz.”
7- Okul hayatında tek dersten sınıfta kalanlara “bir ek sınav hakkı” daha verilirdi. Hayat okulunda bir fırsatı kaçırıp son vagona atlayamayanlar için “tek fırsat hakkı yok”.
Kullanma kılavuzunu yanımıza almadan geliyoruz hayata. Nasıl yaşayacağımızı yaşarken öğreniyoruz. Yaşamak istediğimiz hayat, yaşadığımız hayat ve yaşamamız istenen hayatın iç açılarının toplamından “ortaya karışık” bir hayat çıkarıyoruz kendimize.
Fransız filozof Jean Jacques Rousseau diyor ki; “Bir çok insan matematiğin yasalarını bilir ve güzel sanatların birçoğunda beceri sahibidir. Fakat çoğu insan yaşamı yöneten yasalarla, yaşama sanatı denilen o güç sanat hakkında az şey bilir. Bir insan uçmasını sağlayacak alet yapabilir ve onunla bütün dünyayı baştanbaşa dolaşabilir. Fakat nasıl mutlu, başaralı ve memnun olunacağını öğreten o basit sanatın tamamıyla cahilidir. Sanatları öğrenirken listenin en başına yaşama sanatını koymayı unutma!”
Bana en çok sorulan sorulardan biri, “okul hayatındaki başarılı olanlar neden hayat okulunda da aynısını yapamıyorlar?” Evet, Türkiye’nin zirvesinde gördüğümüz insanların ezici bir çoğunluğu sınav birincisi değil. En çok kazanan işadamları, rekortmen sporcular, en çok oy alan politikacılar, en çok okunan yazarlar, en beğenilen TV yıldızlarının çoğu sınav birincisi değil. Nasıl oluyor da böyle oluyor?
Bu sorunun cevabı temelde çok basit. Okul hayatında başarı için birbirinden farklı alanlarda- yani Türkçeden matematiğe, beden eğitiminden fizik dersine- çok iyi olmanız gerekir. Oysa hayat okulunda, sadece bir alanda çok iyi olmanız yeterlidir. Çok iyi bir futbolcu, matematiği berbat olsa da, ülkesinin yakın tarihini bilmese de yine iyi bir futbolcudur.
Okul hayatından her şeyi kendinizin yapması gerekir, oysa hayat okulunda “işbölümü” denilen bir mekanizma vardır. Okul hayatında matematiğini kötü diye, matematik dersine başka birini sokamazsınız. Hayat okulunda ise, muhasebeci tutabilirsiniz! Beden eğitimi dersinde çok iyi, Türkçe dersinde çok kötü olduğunuzu varsayalım. Bu durumda okul hayatında başınıza belada demektir. Oysa hayat okulunda olimpiyat şampiyonu bir sporcu olduğunuzda, konuşmalarınızı ve basınla ilişkilerinizi yönetmesi için başarılı bir halkla ilişkiler uzmanı tutarak bu dezavantajınızı kapatabilirsiniz.
Peki sorun, okul hayatının mekanizmasında mı yoksa hayat okulunda mı? Burada sorun okul hayatının yapısındadır. Prof Harvard Gardner’a göre 8 farklı zeka türü var ve her zeka türü birbirinden bağımsız. Yani, birinde iyi olan diğerinde vasat, başkasında berbat bir seviyede olabiliyor.İnsan doğası böyle.
Mesela müzik zekamız vasat, matematik zekamız orta, dil zekamız harika ise şair olabiliriz. Buna karşın geleneksel eğitim sistemi bazı zeka türlerini kayırır. Matematik dersinde iyi olan çocuk beden eğitimi dersinde berbat olabilir. Matematik zekası yüksek, kinestetik (bedensel) zekası düşük bu çocuğu geleneksel eğitim sistemi başarılı kabul eder. Buna karşın beden eğitimi dersinde harika olup, matematikte dökülen çocuğa ise eğitim sistemi pek iyi gözle bakmaz. İşte o çocuk ileride ünlü bir sporcu olduğunda, geleneksel eğitim sisteminin başarı anlayışının zayıflığı görülür.
Sözün özeti, okul hayatından delegasyon yoktur ama hayat okulunda vardır. Bu sayede, okul hayatından dört yanlış bir doğruyu götürüyor; hayat okulunda ise bir doğru dört yanlışı!
Bir işte ülke çapında açık ara en iyi olduğunuzda, bu görkemli başarınız, bakan gözleri kamaştırıp “hale etkisi” yaratarak, diğer kusurlarınızı kapatır! Kusurlarınız çok fazla göze batıyorsa, “göz alıcı” bir iş başarmanın vakti gelmiş demektir.
Yazan: Mümin Sekman
Yazılış tarihi: 2005