Her şey beyinde başlar – Mümin Sekman
Önce kendime öz eleştiri yaparak başlamak istiyorum. Normal şartlarda Türklerin iyi roman yazdığını düşünsemde, kişisel gelişim, sosyoloji, bilimsel temelli kitaplarda Türk yazarların pek başarılı olduğunu düşünmediğimden raflarda defalarca görmeme rağmen, Mümin Sekman’ın ‘Her şey beyinde başlar’ isimli kitabını okumak için içimde bir heves uyanmamıştı. Aynı önyargıya Yasemin Soysal’ın kitabı ‘Tek suçlu beyniniz’ içinde sahiptim ama o da fikrimi değiştiren kitaplardan biri olmuştur.
‘Gestalt terapi’ ‘ yi yazan Doç. Dr. Ceylan Daş’ı ise liste dışı bırakıyorum, kendisini eleştirmek benim haddim olan bir konu değil zaten ama eleştirilecek noktası da yok bana göre. Şu an kitabı ikinci kez okuyorum ve herkese şiddetle tavsiye ederim.
Şimdi gelelim karşı tarafa yapacağım eleştiriye. Benim görüşüme göre kitapları benim bu düşüncemi destekleyen kapak tasarımlarına sahip. Gerçi kitap 1 yılda 150.000 basılmış. Bu beni oldukça mutlu etti; demekki insanların ilgisini çekiyor ama özellikle kişisel gelişim, beyin vs alanında kitap okumayı seven insanların önceden Mümin Sekman kitabı okumadan, sadece kapak tasarımlarına bakarak kitaplarını almaya ikna olacaklarını malesef düşünmüyorum. Gördüğümde kesin içinde tırı vırı bilgiler vardır, laf kalabalığı sonucunda hiç birşey anlatmıyordur hissi uyandırmıştı.
Biraz acımasız da olsa bu eleştirileri özellikle belirtiyorum ki, birazdan kitap ile ilgili yazacağım noktalarda ne kadar içten olduğum anlaşılsın 🙂
Şimdi gelelim kitabı neden çok beğendiğime. Anladığım kadarıyla yazar analitik beyinli bir insan dolayısıyla, fazla laf salatası yapmadan, gerçekten günlük hayatınızda size faydalı olacak bilgileri, güzel bir sıra, gruplama ve yalın bir dil ile çok güzel bir biçimde yabancı kaynaklardan derlemiş. İki noktanın altını çiziyorum: Günlük kelimesinden aklınıza sıradan anlamı gelmesin. Arkadaşlarınızla, hoşlandığınız kişi ile, sevgiliniz ya da kocanızla, iş hayatınızda, eğitim hayatınızda kişiler ile ilişkilerinizi optimuma getirmenizi sağlayacak, neyi neden yaptıklarını anlamanıza yardımcı olacak, çocuğunuzu büyütürken bile başvurabileceğiniz faydalı bilgiler içeriyor.
İkinci nokta derleme, bu alandaki birçok hatırı sayılır yazarın kitabı, dünyaca ünlü üniversitelerin akademisyenlerinin makaleleri incelenmiş çok yalın ve anlaşılır bir dil ile aralara okumayı kolaylaştıracak keyifli anlatımlar da eklenerek son haline kavuşmuş. Malesef araştırmalar yüksek bütçeler ve donanımlı kadrolar istiyor ve Türkiye bence bu konuda fazlası ile geride kalmış durumda.
Bu nedenle ilgilenenlerin yapması gereken yabancı kaynakları takip etmek, o kadar vaktim yok diyorsanız da Mümin Sekman bunu bizim için güzel yapmış, kendisini takip edebilirsiniz 🙂
Kitap 150 sayfalık olmasına rağmen yaklaşık yirmi sayfa not çıkardım.
Gelelim bu notlara ama baştan söylemek istiyorum ki bu sefer notlarımı bir süzgeçten daha geçirerek sizinle paylaşacağım ki merak edipte kitabı okumak isteyenlere de birşeyler bırakmış olayım.
Mümin Sekman’ın güzel bir tespiti ile başlamak istiyorum.
Beyin vücudun anatomik hiyerarşisinin en başında bulunuyor, geçmişe takılıp kalmayalım diye de gözlerimizi önüne almış.
Vücut ağırlığımızın %2’sine sahip olmasına rağmen geri kalan %98’i yönetiyor. Nasıl bir gücü olduğunu tahmin edin ve ona gereken önemi verin!
Kitapta yer verilen güzel bir söz ile devam etmek istiyorum. ‘Çoğumuz dışımızdaki hayatın tasarımını anlamak için kullanırız beynimizi. Bazılarımız içinde tasarladığımız hayatı dış dünyada gerçekleştirmek için. Birinci grubun en iyileri bilge olur, ikinci grubun en iyileri başarılı.’ Bence en önemlisi hangisi olmak istediğinize karar vermek.
Küçük yaşlarda beyni geliştirmenin ne kadar önemli olduğuna dair kitapta da bilgiler var ama önce bir yanlış bilgiyi düzeltmiş ve bence bu belli bir yaş üzeri insanları tekrardan hayata bağlayabilecek bir bilgi. Beyin 20’li yaşlarda son şeklini almıyor, yeniden şekillenebiliyor ve beyin bilimciler buna nöroplastisite diyor. Bu bence çoğu insan için hayatının geleceğini tekrar değerlendirmesine ve aksiyon almasına fayda sağlayacak önemli bir motivasyon kaynağı.
Dönelim beyin ile ilgili biyolojik kısma. Anne karnında ilk oluşan organ ve son haline en yakın olanı. Yeni doğan bebek beyni 350-400 gramken, yetişkin bir insanın beyni 1,4 gram civarında. Ama beynin ağırlığı değil, hücreler arasındaki bağlantı miktarı kişinin akıllılık derecesinde önem teşkil ediyor. Ne kadar çok yeni şey öğrenirseniz de sinir hücreleri arasındaki bağlantı o kadar artırıyor işte nöroplastisite!
Bunla ilgili bilimsel araştırmalardan verilmiş enteresan bir örnekte var. İngiltere’deki taksiciler beyinlerini yol bulma ile ilgili yoğun olarak kullandıklarından, talamusları farklılaşmış. Burda kitap dışı bir bilgi paylaşmak istiyorum. Analitik bir insansanız ve sol beyninizi kullanıyorsanız, ilerki dönemlerde Alzheimer gibi beyin ile ilgili hastalıklara yakalanmamak için beyninizin diğer yarısını da kullanmanızı sağlayacak aktivitelerde bulunmanız önemli. Mesela tavsiye edilen uygulamalar. Sağlaksanız arada sol elinizde yazı yazmaya çalışmak, az kullandığınız eliniz ile dişlerinizi fırçalamak, eve ara sıra farklı yollardan gitmek, bilmece çözmek, hesap makinası kullanmadan hesap yapmak vs gibi. Bu kitabı okurken aklıma bir soru takıldı. Benim babam aslında solak ama onların döneminde solak olmak iyi birşey olmadığından okulda sağ eli ile yazı yazmaya zorlanmış. Şimdi yemek yerken, birşey keserken, top oynarken sol ayağını kullanmak ile beraber yazıyı sağ eli ile yazıyor. Başka temel problemler yaratmış mıdır bilmiyorum ama bu mantıkta, aslında bilmeden onun için hayırlı bir iş olmuş olabilir.
Sinestezya rahatsızlığından bahsetmiş, Türkiye’de çok bilinen bir rahatsızlık olduğunu düşünmüyorum. Buna Incognito kitabı ile ilgili yorumumda da yer vermiştim ilgilenenler için linki ekliyorum.
http://www.melslibrary.com/#!about1/c62j
Gelelim Amigdala’ya tehlike sezdiğinde diğer tüm fonksiyonları kitleyip savaş ya da kaç moduna geçiren koruma sistemimiz. Birazdan 3 beyin katmanından bahsedeceğim ve aslında mantık yürütsem yaşamaya ve çoğalmaya odaklanan ilkel beynimizde yer almasını beklerdim ama Limbik yani daha çok duygular ile haşır neşir olan, hafızaya almadan sorumlu kısımda yer alıyor. Tabi sonrasında düşününce kendi içinde bununda bir mantığı var. Amigdala, duygusal olaylarla ilgili hafızanın oluşumunda ve depolanmasında önemli rol oynuyormuş. Korkuya bağlı koşullanmada uyarılar amigdalanın bazolateral kompleksine, özellikle de lateral nukleusa gelip, burada uyarana ait anılarla ilişki kuruyormuş. Dolayısıyla tekrar aynı tarz mesajlar aldığınızda bu bağlantıyı kullanarak size kaç ya da savaş komutunu veriyor. Çok korktuğumuzda kal gelmesinin sebebi bu çünkü o an akşam ne yiyeceğinize, kimin ne dediğine değil, nasıl hayatta kalacağınıza kitleniyorsunuz.
Peki günde ortalama 70.000 düşünce geçen beynimiz, mesajı ne kadar hızlı algılıyor ki bu kadar hızlı reaksiyon verebiliyoruz.
Kitapta 400 km hızla düşünebiliyoruz denmiş ama ben birkaç kaynaktan daha kontrol ettim. Bu maksimumu ve sinir hücresine göre bu hız değişiyor ama ne kadar kompleks bir yapıyız şöyle özetleyelim. 100 milyar nöronumuz var, bunun 10 katı glia (nöronlara lojistik destek sağlıyorlar). 13 milisaniyede de beyin gördüğü mesajı algılıyor. Ve düşünün ki bir reklam seyredip algılarken, müziği de duyabiliyorsunuz, eliniz yanarsa da hissedebiliyorsunuz yani eş zamanlı çalışabilen müthiş bir aygıtız.
Bu arada beyin verilerin %80’ini görsel yolla alıyor ama başka bir makaleden okuduğum bir bilgi daha, duyduklarınız daha hızlı beyne ulaşıyor bu özellikle reklamlar için geçerli çünkü görsel bir reklam gördüğünüzde metni önce içten de olsa seslendiriyoruz.
Sözlü anlatılan bilgiler 72 saat sonra test edildiğinde %10’u hatırlanıyor ama görsel de eklendiğinde bu oran %65’lere çıkıyormuş.
Burda anlattığınız kişinin duyusal mı, görsel mi, kinestetik yani dokunsal mı olduğunu bilmeniz de önemli. İşte sunumlarda power point kullanmamızın bilimsel nedeni. Siz sözle onların gördüklerini destekliyorsunuz ya da tam tersi; ve hatta bir de ellerine bir protatip, çıktı verirseniz başarınız katlanıyor çünkü 3 duyuya da hitap ediyorsunuz. Önceki kitap yorumlarımda da eklemiştim. Best seller olan kitapların dili incelendiğinde yukarıda bahsettiğim bu 3 farklı insan tipini de yakalayacak anlatıma yer verenlerin liste başı olduğu tespit edilmiş.
Kişisel gelişimde geçen bir olgu aslında bilimsel olarak beynimizden kaynaklı. Nedir bu? Nöronlar ters çapa kuralı ile çalışıyor. En çok korktuğumuz şeyi size çekiyor. Mesela Mümin Sekma’ın örneği ile sevgilinizi unutmak için unutmaya çok fazla odaklanırsanız onu unutmanız zor. Kitapta başka bir konu ile ilgili Cicero’nun aşağıdaki sözü verilmiş ama ben ters çapa kuramını bu sözle desteklemek istiyorum, ‘Bana hatırlama sanatını değil, unutma sanatını öğret; çünkü ben hatırlamak istediklerimi hatırlıyor, unutmak istemediklerimi unutamıyorum.’
Ve bu konuyu iş hayatı ile de bağlamak istiyorum, çalışanlarınıza devamlı geç kalmayın gibi olumsuz mesajlar verirseniz beyinleri önce geç kalmaları gerektiğini düşünür. Yani neymiş, mesajlarımız pozitif olmalıymış.
İş hayatı demişken pazarlama ile de bir bulguyu bağlamak istiyorum. Nöronlar yeniye ve bilgiye açtır demiş yazar. Yeni aşk, yeni bilgi beyninizi besler. Pazarlama da bunun kullanıldığı bir alanı hatırlatmak istiyorum. Hergün gittiğiniz markette çoğu ürünün yerini o kadar iyi bilirsinizki, onu almak için girdiğinizde diğer ürünleri pas geçip direk o ürünün olduğu rafa yönelirsiniz. Peki merchandising ile uğraşan pazarlamacılar ne yapıyor, mağaza düzenini sık sık değiştiriyor. Böylece beyniniz şaşırıyor ve aradığını bulmak için biran da bütün algılarını açıyor ve bu esnada o anda ilginizi çeken ama almayı planlamadığınız ürünü de sepetinize atıyorsunuz.
Kitapta bunu destekleyen sözü de ekleyeyim 🙂
‘Gerçek keşif, yeni topraklar bulmakla değil, yeni gözlerle bakmakla ilgilidir.’ Marcel Proust
Zekanın genler ile geçişine de değinmiş yazar. Tabi bu noktada Darwin’in kuzeni Francis Galton’a da yer vermiş. Kendisi iyi biri mi kötü biri mi ben tam karar verebilmiş değilim. Bilimsel güzel buluşları var. Yazarın da dediğin gibi kendisi tam bir ölçümleme delisi. Mesela, yemek yiyen arkadaşların masada birbirlerine ne kadar eğildiklerini ölçmek istemiş, 10 bin mahkeme kararını incelemiş ve 17 yıllık hapis cezasının hiç verilmediğini tespit etmiş. Parmak izinin herkese özel olduğunu ve zeka testi kavramını ilk geliştiren kişi. İdam cezalarında kullanılan ipin optimumda olması için kalınlığını ve uzunluğunu düzenlemiş. İngiltere’nin her şehrini gezip, güzel kız görünce cebine bir kart koyarak en güzellerin olduğu şehri tespit etmiş. Kitapta cevabı yok merak edenler için sonucu açıklıyorum! Londra. 🙂
Dua etmenin faydalarına dair bir istatistik yayınlamış, ve dua edilen kral kraliçelerin daha kısa yaşadığını tespit etmiş. Peki neden kötü olduğuna karar veremediğimi merak ediyorsanız açıklayayım. Anlayacağınız üzere adam güzellik, iyilik, suç vs konuları ile kafayı kırmış ve kendisi öjeni teriminin babalarından. Peki öjeni nedir?
Lugat anlamı doğuştan iyi oluş. Yani kendisi belli bir grubun doğuştan iyi genlere sahip olunduğu ve diğerlerinin değersiz ve çoğalmaması gereken kesim olduğunu savunuyor. Evet tanıdık geldiğinin farkındayım Hitler’in mantığının temeli. Bu savı destekleyen İngiltere ve Amerika’da alt sınıf, zenci, eğitimsiz, yaşlı, akli ve biyolojik bozukluğu olan kişilere de çok zulümler yapılmış. Rızaları dışında kürtaja zorlanmışlar vs. Neyse dönelim konu ile ilgili günümüz bulgularına. Üstün yetenekli insanların erkek çocuklarının %36’sı üstün yetenekli olurken, erkek torunlarında bu oran %9’a düşüyor. Yani doğada üstün olan şeylerin ya da normalden farklı olan şeylerin bir kuşak sonra toplum normlarında normale yaklaştığı tespit edilmiş. Uzun anne-baba, çocuk toplum ortalamasına yakın olarak daha kısa. Kısa anne-baba, çocuk toplum ortalamasına göre daha uzun boylu gibi. Bu sanırım ‘Hatasız düşünme sanatı’ isimli kitapta da vardı ama ekonomi ile alakalı bir örnek verilmişti. Çok yükselen bir hisse bir sonraki adımda ortalamaya yaklaşmak için biraz da olsa düşer…
Ve Galton’un tezini çürüten güzel bir tespit: Akıl, zekanın eşitsizliğini kapatır. Zekanın %70-80’i doğuştan geliyorken, akıl ise %80’den fazla geliştirilebilir birşey. Bu da kendi fırsatımızı kendimizin yaratabilmesi için Tanrı’nın bize nasıl bir şans verdiğinin göstergesi sanırım. Hatta James Flynn’in 1980’de yaptığı araştırmaya göre, her 10 yılda bir insanlığın IQ’su ortalama 3 puan artıyormuş.
Gelelim veri filtrelerimize:
Algımızın dışında kalanlar elenir. Yeterince güçlü etki bırakmayan ya da sürekli tekrarı olmayan bilgilerde aynı şekilde.
Peki beynimizin olayları bir bütün olarak sakladığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Ses, görüntü, koku hepsi ayrı yerlerde saklanıyor. Bazen bir koku duyduğumuzda onun neresi olduğunun gözümüzün önüne gelmemesinin sebebi de bu belki.
Duygularınızla kayıt ettiğiniz bilgiler daha kalıcı oluyor. Yani size bahar akşamı, çiçek veren ilk sevgilinizi hatırlarsınız ama hayatınızda size çiçek veren her insanı hatırlamamanızın sırrı da bu.
Bu giriş kısmında bahsettiğim, okuyun gündelik hayatınızda hatta çocuğunuzun eğitiminde bile faydalı olacak bilgiler içeriyor dememin sebebi. Silikon vadisindeki dünyanın önde gelen insanları, çocuklarının eğitiminde teknolojiden uzak durulan, duyguların ağırlıkla kullanıldığı bir eğitim sistemi uygulayan okula çocuklarını gönderiyorlar. Bu demek oluyor ki çocuğunuzu alıp bir sergiye götürdüğünüzde, evde o konu ile ilgili kitabı okumanızdan daha uzun süre hafızasında kalıyor.
Kimya derslerinin sadece kitap üzerinde değil laboratuvarda yapılmasının sebebi de budur. Bu arada kötü duygular ile desteklenen anı ve bilgiler insanların hafızasında daha çok kalıyor. Yani işe alınırken size söylenmiş güzel bir sözü hatırlamayabilirsiniz ama kovulurken duyduklarınız kulağınızda çınlayacaktır.
İşte kendimi affetmeme sebep olan bir bilgi. Uyku bilginin daha uzun süreli hafızaya yerleşmesine sebep oluyor. Öğrenme konusunda daha aktif olan insanların daha uzun süre uyudukları tespit edilmiş. 🙂
Bildiğiniz üzere uyku ve rüyalar hafızamız için çok önemli. Aslında o esnada yaşadıklarımızı belleğimize kaydediyoruz. Bu nedenle birkaç gün uyumayan insanlarda hafıza kaybı gibi etkiler görülüyor. Ve birşey okuduktan, çalıştıktan sonra uyumanız ya da aklınızda kalmasını istediğiniz şeyleri uyumadan önce okumanız faydalı olacaktır.
Hafızaya alırken George Miller’in sınırlı sayı kuramından da faydalanabileceğimizden bahsetmiş yazar. Nedir bu? Hatırlamanız gereken kısa süreli bilgi sayısı 7+/- 2 yani 5 veya 9 adet olur ise daha rahat hatırlarsınız. Sayı, kelime vs leri olduğu gibi ezberlemeye çalışmaktansa gruplayarak ezberlemek daha kolaydır. Mesela; bu rakamları bu haliyle değil 3400714532012, bu hali ile aklınızda daha rahat tutarsınız. 34, 007, 1453, 2012. Ve bunu yaparken 3’lü olarak bölmek daha faydalıdır, o nedenle telefon numaralarını xxx xx xx diye söylüyoruz. Bir de kitaba benden ekleme bilgi 🙂 Kısa süreli hafıza akustik yani işitsel depolanır bu nedenle kafiyeli olanları daha rahat hatırlarız; ama uzun süreli hafıza semantik yani anlamsaldır.
Ne kadar doğru bilmiyorum ama ülkemizde de faaliyet gösteren bir ev eşyaları satan markanın yöneticilerinden biri, ismini özellikle vermiyorum, görsel düzenlemede rafları 7’li olarak organize ettiklerini söylemişti.
Yeri gelmişken önceki yorumlarda yer verdiğim bir bilgiyi daha buraya da ekleyeyim. Bitirilmemiş işleri bitirdiklerimize göre daha iyi hatırlarız. Buna Zeigarnik etkisi deniyor.
Ve mutluyken öğrendiklerimizi mutsuzken daha zor hatırlıyoruz tam tersi de geçerli.
İşte öğrenme ile ilgili bir kaç kilit bilgi daha:
Farklı duyu organlarını kullanarak öğrenilenler daha çok akılda kalıyor.
Aktif dikkat ve merak hatırlamayı kolaylaştırıyor.
Bilgiyi 4 defa tekrar etmek faydalı.
Demin de dediğim gibi kafiye ve ritim varsa hatırlama daha uzun süreli oluyor.
Bir konu ile ilgili ne kadar detaylı bilginiz varsa o konudaki bilgileri daha kolay hatırlıyorsunuz.
Eski bilgi ile bağlantılandırılan bilgi daha kalıcı ve gruplayarak öğrenmek hatırlamayı daha kolaylaştırıyor.
Unutulmaya yüz tutan bilgi tekrarlandığında daha sağlam bir yer ediniyor. Yazar ilk 24 saat içinde, sonraki 48 saatte ve 1 hafta sonra 3. tekrarı yapmanın faydalı olduğunu belirtmiş.
Şaşırtıcı gelebilir ama birde gelecek hafızamız var. Hatıraları değil, hayalleri ve planları depoluyor. Gelecek belleği dolu olanlar gelecek merkezli, geçmiş belleği dolu olanlar geçmiş merkezli yaşıyorlarmış. Babamın hep söylediği güzel bir söze yer vermek istiyorum. Gençler geleceği, yaşlılar geçmişi konuşur. Ve başarılı insanların gelecek belleği önemli yer kaplarmış.
Gelecek belleğinizi güçlendirmekgerekiyor. Bunun için yazar bir test vermiş; merak edenlerin kitabı okumasını tavsiye ederim.
Çocuk eğitimi ile ilgili faydalanabileceğiniz bir bilgi daha. Bilimsel olarak 3-10 yaşları arasında spor, müzik, sanat ile beynin nöral altyapısını genişletmek önemli çünkü kendine yer bulan beyin hücreleri hayatta kalıyor ve ilerki yaşlarda çocukların o alanlarda beceri, kabiliyet sahibi olmalarını sağlıyor.
Zenginleştirilmiş çevrede beynimiz ve dolayısıyla bizim gelişimimiz için önemli, bize bir şeyler katan insanlarla beraber olmak faydalı yani J Yazar söyle bir bilgi vermiş, Beyin hekndine benzeyen beyin ile rahat eder ama gelişmez. Hayvanlarla, çocuklarla, farklı bakış açısına sahip insanlarla vakit geçirin. Yeni yerler, yeni kültürler görün. İsak Alaton’un da çok güzel bir sözü kullanılmış. ‘Büyük beyinler fikirleri, orta beyinler olayları, küçük beyinler insanları konuşur.’ Ne kadar da güzel bir tespit gerçekten.
Beyin biyolojik yapılı ama sosyal boyutlu bir organ diyerek bence çok güzel bir tanımlama yapılmış. Ve bunu Churchill’in ‘Önce biz yaşadığımız yeri biçimlendiririz, sonra da yaşadığımız yer bizi.’ sözleri ile desteklemiş yazar. Beyindeki donanımın %30-60’ı kalıtımla, %40-70’ı çevrenin etkisiyle belirleniyormuş.
Ancak beyin sadece dış faktörler ile gelişmiyor. Dıştan içe ve içten dışa iki şekilde gelişiyor. Dıştan olduğunda zengin uyarıcılar ile hislere pozitif aktarım uygulanırken, içten olduğunda hayal etmek faktörü işin içine giriyor çünkü beyin Yasemin Soysal’ın ‘Tek suçlu beyniniz’ kitabında verdiği örnekteki gibi limon yemekle limonu yediğinizi hayatl etmek arasındaki farkı anlayamıyor ve her ikisinde de ağzınız kamaşıyor. Aynı şey başka bir kitapta mutlulukla ilgili bir örnekte verilmişti. İnsanlar mutlu oldukları için gülmezler güldükleri için mutlu olur denmişti. Bu ne demek? İçten bir gülümseme mimiği yaptığınızda beyin gerçekten mutlu olduğunuzu düşünür ve hormon salgılar.
İnsanın sahip olduğu beceriler 2 gruba ayrılıyormuş: Temel ve türev. Temel beceriler konuşmayı öğrenmek, türev beceriler sohbet etmek. Temel beceriler 3-4 yaşlarında öğrenilmesi gereken beceriler.
Biraz daha nörolojik bilgi de aktarayım.
Beynin 3 katmanı var:
1. Katman: Reptilian sistem-Sürüngen beyin-İlkel beyin- R Kompleks:
En yaşlı beynimiz, sürüngen ve kertenkelelerde de mevcut.
Öncelikli hedefi hayatta kalmak, ikinci hedefi soyunu çoğaltmak. Bizim beynimizin %10’unu sürüngenlerin beyninin tamamını kaplıyor. Düşünmez, içgüdüseldir. Yeni şeyler öğrenmeyi sevmez. Tehlike anında kalp atışını, refleksleri uyarır, yani teklikeli birşey gördüğünüzde yüzünüzün renginin kaçmasını sağlar çünkü o anda kan akışını kaçmanızı sağlayacak bacaklarınıza yönlendirmiştir.
Bencil ve gösterişçidir. Ev, yuva sahibi olmak önemlidir. Çıkarlarına endekslidir, başkaları ne der diye düşünür. Güçlüyse saldırır, güçsüzse dedikodu yapar. Konuşmak yerine eylemlerle kendini ifade eder. Sanattan, kitaptan hoşlanmaz. Kan bağına bağlı yakınlık kurar. Sabit fikirlidir.
2. Katman: Limbik sistem – Duygusal:
Duygusal beynimiz. Kedi, köpek ve keçilerde mevcut.
Beynimizin %20’lik alanını kaplıyor. Hafıza üzerinde güçlü etkiye sahip. Yoğun acıya ve zevke odaklanır. Belleğe arşivler. Travmatik anıyı unutmayı engeller. Sevdiklerimiz için yaptığımız fedakarlık, empati, annelik duygusunun kaynağıdır.
3. Katman: Neo-korteks- Düşünen beyin:
Mantıklı, düşünen beynimiz. Kültürün kaynağı. En genç beyin katmanı ve sadece insanlarda mevcut. Beynimizin %70’ini kaplar. Hem tarihte hem de anne karnında en son olgunlaşan kısım. 25 yaş civarında tamamlanıyor. Dürtü kontrollerini yapar, kitap okur, yazı yazar, hayal kurar.
E sadece katmanları bilmenin bize faydası ne derseniz, biraz daha derin düşünme ile kendimizi ve sosyal çevreleri analiz etmemize ve dolayısıyla insan ilişkilerini düzenlemeye faydalı bence.
Mesela az gelişmiş toplumlarda ilkel beyin baskın karakterler bulunurmuş. Şöyle bir düşünün tecavüz, şiddet, bencillik en çok hangi toplumlarda var ve bu toplumlar ne kadar gelişmiş?
Ama burda yazarın örnek verdiği çok etkileyici bir noktayı paylaşmak istiyorum. Bende günümüz Türkiye’si ile ilgili aydınlanma yaşamamama neden oldu, bakalım sizde de benzer duygular yaşatacak mı?
Almanya gibi büyük filozoflar, bilim adamları çıkarmış; düşünen beyninin gelişmiş olacağını tahmin bekleyeceğimiz bir ülkede nasıl Hitler gibi insanlara zarar vermeyi amaçlayan bir lider çıkmış? İlk başta düşününce çelişkili gibi gözüküyor. Ama işte bilimsel dokunuşlarla insanları nasıl birer canavar takipçisine çevrildiğinin sırrı. Bu kişileri ilkel beyin seviyesine indiriyorlar. Yani bir gruba dahil edip, biliyorsunuz sürü psikolojisi çok tehlikeli birşeydir ve iç bağları sıkı bir grupta kişi korteksi kullanmaktan vazgeçiyor. Sonra da korku kültürü yaratıyorlar. Mesela bu korkulardan biri: Biz onları temizlemezsek, yakında onlar çoğalıp bizi temizleyecekler.
Böylece düşmanı göster, dayanışma duygusu kur, düşündürtme ve mantıklarına değil, iç güdülerine hitap et.
Aslında kitapta olmayan ama yine başka bir yerde okuduğum bir araştırmadan bahsetmek istiyorum. Aynı yöntemi kullanarak ayrı saflardaki iki grubu da ortak amaç uğruna birleştirebiliyorsunuz.
Amerika’da birbirlerine karşı kızıştırılmış iki düşman grubu karıştırıyorlar, başta herkes bireysel. Sonra bir tehdit unsuru kurgulanıyor ve hayatta kalmak gibi bir amaç veriliyor ve grubun nasıl bütün olduğu inceleniyor. ‘Açlık oyunları’ isimli filmi seyretmediyseniz bu algı ile bir seyretmenizi tavsiye ederim.
Peki bu kitleler R-kompleksi baskın liderlerde ne buluyor da peşlerinden gidiyorlar?
Buna ‘özdeşlik kurma’ deniyor. Kendi hayatında eziklik yaşamış, yenilmiş, kompleksleri olan kişiler bu tür gücü, otoriteyi temsil eden liderler üzerinden kendilerini ezen koca, patron, üst sınıftan intikam almış oluyor. Yani bu liderler, kaybedenlere oynayarak kazanıyor. Madur edebiyatının önemi de burden geliyordur belki.
Ayna nöronları harekete geçiriyorlar ve bende sizdenim ama şu an gücüm var, bana destek ver ki intikamını alayım hissiyatı yaratıyor.
Ve kitapta yer verilen ünlü düşünürlerin sözleri ile yavaş yavaş yazımın sonuna gelmek istiyorum, biliyorum bu sefer biraz uzun.
Kanımca Mümin Sekman bütünü iyi özetleyen anlamlı sözlerin önemli olduğunu düşünenlerden ve kelime oyunlarını seviyor; çünkü bloğunda ve kitabın arkasında bu tarz özlü sözlere yer vermiş.
Mesela, Emerson Pugh’ın derin anlam içeren bir sözü.
‘İnsan beyni anlaşılacak kadar basit olsaydı, biz de onu anlayamayacak kadar basit olurduk.’
Picabia’nın, ‘Beynimiz, düşüncelerimiz yön değiştirebilsin diye yuvarlaktır.’ sözü.
İşte Türklerden de göğsümüzü kabartacak bir söz. Peyami Safa’nın
‘ Yaşlanarak değil, yaşayarak tecrübe kazanırız. Zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır.’ sözü.
Napolyon’dan ‘Dünyaya iki şey hükmeder. Biri kılıç biri düşünce. Kılıç eninde sonunda düşünceye yenilir.’
‘Zihin paraşüt gibidir, açıldığında iş görür.’ Frank Zappa
Ve kitapta beni en çok etkileyen sözle kapanışı yapmak istiyorum, umarım, gerçekten okumanın faydalı olacağını düşündüğüm bu kitabı okumanız için biraz ilgi uyandırabilmişimdir.
‘Ne tuhaf bir makina şu insan! İçine biraz ekmek, şarap, balık ve turp atıyorsunuz, dışarı iç çekmeler, kahkahalar ve düşler çıkıyor!’
Kaynak: www.melslibrary.com/